29 Eylül 2011

Mezuniyetten sonra...

Yeni eğitim sezonu başlamış, koca bir yaz tatilinden sonra uzaktaki arkadaşlar şehre gelmiştir. Yeni mezun bir öğrenci olarak uzun zamandan sonra ilk defa, arkadaş ziyareti için okula gidilir. Yollarda ölüp geberilir ve bunca yıl nasıl bu kadar yolun tepildiği merak edilir. Kampüse varıldığı anda bir yabancılık hissi gelip seni bulur. Bütün simalar değişmiştir. Öğrenci popülasyonu 3 katına artmış gibidir. Sherwood'dan geçerken öğrenci klüplerinin ardı arkasına açtığı standlara hiç olmadığı kadar yoğun bir talep vardır. İktisat Oyuncuları standında bir iki çene çalınır. Üniversite hayatının ilk günleri akla gelir. Her attığın adımda başka bir öğrenci senin eline klüp broşürünü tutuşturur. "Ben öğrenci değilim" demeye dilin varmaz. Hızlı hızlı o kalabalığın arasından sıyrıldıktan sonra dönüp bir kez daha kampüsün en işlek bölümüne bakılır. O kadar güzel bi ahenk vardır ki durur bir fotoğraf çekersin. Hızlı adımlarla ilerlenir. Kırmızı Cafe'ye varılır. Artık öğrenciler kafenin dışına taşmıştır. Okulun ilk haftaları uğruna, kendini gösterme çabası içersinde, olabildiğince cix giyimli kızlar ve erkekler sarmıştır dört bir yanı. Gözler arkadaşları arar. Cafe'nin en uç masasında görülür. Uygun adım ilerlenir. Kollar açılır, 32 diş görünür ve ağızdan çıkan "Heyyyt" nidasıyla teletabiler gibi sıkı sıkı sarılınır. Oturduğun yerden, omuz sıkmalarla, dize vurmalarla sevgi gösterileri alır başını gider. Havadan sudan muhabbetin ilerlediği ilk 10 dakikada, sağda solda, görmek istediğin ya da istemediğin bir sürü kişiyi görürsün. Yetmezmiş gibi mezuniyet sonrasına dair sorular alır başını gider. O da yetmezmiş gibi kampüs'ten çıkarsın. Arabaya atlanıp arkadaşının kaldığı öğrenci yurduna gidilir. Deniz kenarına kurulu, mükemmel bir günbatımı manzarası olan yurdun önündeki bahçede bir süre oturulur. Hiç yaşamadığın yurt hayatına özenilir. Artık bitmiş olan, geri gelmeyecek olan öğrenciliğini ne kadar layığıyla yaşadığını düşünürsün. Cevap vermezsin kendine. Ama uzun bir otobüs yolculuğuyla, eve dönüş esnasında düşünüp durursun sorunun cevabını. Sonrasında mütevazı bir tebessümle "Ehh işte" der geçersin. Eve gediğinde canın sıkılmıştır. Bilgisayarı açarsın. Bir iki maillere bakarsın. Derken internet kesilir. Zaten gün boyu dolup dolup boşalmış olan duygu yoğunluğunun patlaması için gerekli bahane de eline verilir. Gözün seğirirken, bir yandan da modeme reset atarsın. Durum değişmez. Sinirlenirsin. Bilgisayarı kapatırsın. Işığı kapatırsın. Kapkaranlık odada kalırsın. Ama neye kızdığını, neye sinirlendiğini bilemezsin. Yatağa girer, gözünü kapatır, içinden her şeye söversin. Biri iki lanet okursun, bir iki gözüne toz kaçar. Sonra uyku yardımına koşar. Uyur kalırsın.

Sabah kalkarsın, berbat durumdasındır. Bir şeyler yersin. Bir şeyler okursun. Derken dün gece aklına gelir. Klasik mezuniyet sonrası psikolojisini yaşarken tek başına olmadığını düşünürsün. Sen ve senin gibi bir sürü insan olduğunu hatırlarsın. Arkadaşlarının da aynı sıkıntıları yaşayabileceğini düşünerek, yaralarına merhem olmak adına bu yazıyı karalarsın. Sonra da kalkar sınıfınızın facebook sayfasında paylaşırsın. Bu duygu yoğunluğu da gelir geçer...

Esen kalın  ;)

Not: Bu güzel arabayı Oğuz, Nur ve Ben kampüsün otoparkında gördük. Ve bu arabayı istiyoruz...