27 Kasım 2011

1. Yaş Günü...


Bugün değerli blogum Escape from the Cage'in 1. yaş günü. Büyüdü adam oldu blogum. Bir yıl önce bu zamanlar, içimden geçen "Bir şeyler yapmalıyım" hissini dinleyip bu bloga başlamakla çok doğru bir karar verdiğimi görüyorum. Metropol erkeğinin şehir rehberi edasiyla tutmak istiyordum bu blogu ama önümdeki taşları temizlemeden metropol erkekliğine soyunmayayim dedim. Hiç doğrudan Nobel'e koşan bir yazar gördük mü? Hayir. O halde bende çıraklık dönemimi bir geçireyim, blog aleminde biraz çevre edineyim, daha sonra cin olup adam çarparim dedim. E guzel de oldu. İçe dönük yazılara bakarsak, blogum az buçuk teenage günlüğünü andırıyor, ama dediğim gibi, her ekolun bir çıraklık dönemi olur.

Blog aleminde 1 yil geçirmis olmama ragmen, hala daha tam çakozlayamadiğim bi mevzu var. Herkesin blogunu 200-300 küsür kişi takip ederken, benim blogumun takipçisi sadece 15 kişi? Niye? Doğru tanitamiyor muyum diye soruyorum kendime. Hayir, elinizi vicdaniniza koyun, fena da yazmiyorum sanki? Neyse boşverelim. Az olsun, bizim kafalarda olsun ;))

Bu arada, Escape from the Cage'in 1. yaş günü hesabına, bloguma yeni kiyafet giydirdim. Şu anda da görmekte oldugunuz gibi, blogum artik 50'lerin Amerikan Gençligi tribinde. Bu güzel dönemler -vintage mıdır, retro mu tam kestiremediğim ama çok da sallamadigim zamanlar- beni çok mutlu eder. Bazen kendimi o donemlere ait hissederim. Bu nedenle bu temayı bloguma taşımayı düşündüm ve gördüğünüz banner'ı ellerimle oluşturdum. Ayrıca bu yıl, bir blogu blog yapan değişik ve güzel gadgetlar kullanmayı tercih ettim.

Umarım güzel bir yıl olur. Umarım keyifli şeyler yazacak kadar mutlu bir yıl geçiririm ve bunu sizlerle paylaşabilirim. Umarım hayat bayram olur ve biz blogger'lar elele tutuşup gökkuşağının altından geçebiliriz ;)

Hadi len üflüyorum mumu :D

Pfff....

26 Kasım 2011

Yiğit Keskin was here! (Doğal Yaşam Parkı)

Bir kemancının kemanını alabilir misiniz? Alsanız bile o kemancı, sırf siz kemanını aldınız diye tutkusunu bırakır mı? Bırakmaz... Peki bir tornacının tornasını alabilir misiniz? Bir tefecinin tefesini? Bir kanatlı hayvan yetiştiricisinin kanatlı hayvanını alabilir misin? Alamazsınızzz...

İşte bende, her ne kadar şimdilerde tasarımcı olarak çalışmıyor olsam da, tasar etmekten kopamadım. Yardan gectim, Photoshop'tan, Illustrator'dan gecemedim... Blogumun doğum günü yaklaşırken, fırsatı ganimet bilip, ne zamandır yapamadığım Doğal Yaşam Parkı görsellerini bir fatoşhoplattım. En azından bu şekilde kendimi tatmin edeyim diyorum.

Fazla kelam etmeyecegim. Gecenin bir vakti oldu ve yarin sabah 6.20 de kalkicam. O yuzden, D.Y. Parkina soyle gidilir, boyle gidilir diye zirvalamiyorum. Merak ediyosaniz acin bakin kardesim, essek degilsiiz ya...



19 Kasım 2011

Yolcu yolunda...

Kurudum kaldim lan... Giris cumlesi bulamadim ve beyin cufcuflanmasi yasiyorum ;) Her seyden once bir bilgisayarla oyle cok hasir nesir olmayali nerdeyse 3 hafta oldu, zaten bu yaziyi bile silgi boyutundaki iphone klavyesinden yaziyorum, o yuzden kisa keselim Aydin havasi olsun...

Oncelikle gecen yazimda bir ise baslayacagimdan bahsetmistim. Isime basladim ve ilk haftami geride biraktim. Bir is yerinde ilk hafta, iliski kurmakla, duzen olusturmakla, isi kavramakla ve gozlem yapmakla geciyor. Benim ilk haftam da farkli olmadi. Bu standart bir seydir ve bazi standartlar guzeldir...

Mesai saatlerim bahsettigim eylemlerle gecerken, son gunlerin en buyuk kabusunu mesai saatlerim disinda yasiyorum: Beylikduzu-Findikli guzergahi... 3 aktarmadan olusan bu yol icin her sabah saat 6.20 de uyanip, 6.50 gibi duraga cikiyorum. Dolmusa atlayip Avcilar metrobuse kadar gidiyorum ve bu yolculuk, ise gec kalip kalmayacagimi belirliyor. Cunku simdiye kadar Beylikduzu-Avcilar yolculugunun satandart bir zamana baglandigini goren olmamis. Bir bakiyorsunuz 20 dakikada gitmissiniz, bir bakiyorsunuz 1 saat olmus ancak variyorsunuz. Bende bu yolun ortalama 40 dakika surdugunu dusunerek bir standart oturtmaya calisiyorum. Bu yolculuktan sonrasi Metrobusle Cevizlibag'a uzanan bir mp3'e kitlenme ve Cevizlibag'dan Findikli'ya ulasan hayal kurma maratonuyla devam ediyor.

Kurdugum hayal, her zamanki gibi ustu acil bir Cadillac, Malibu'da bir ev ve dostlarla Palm Springs'de gezip eglenmek degil... Simdilik sadece, adam gibi bir yolu olan, merkezi sistem ya da dogalgazli, eli yuzu duzgun bi 2+1'e yerlesme hayalleri kurmaktayim.

Bugun sabah Ortakoy civarinda baktigimiz iki evi de eledikten sonra, yine seceneksiz kaldik. O yuzden sagda solda, bizim bir eve yerlesmemiz adina, adam gibi bir baglanti saglayaniniz olursa, iletisime gecmekten cekinmeyiniz ;)

Son olarak da, 27 Kasim'in "Escape from the Cage"in 1. yas gunu oldugunu belirtmek isterim. Gecen yil su zamanlara bakinca, bu blogun bana guzel bir pencere actigini goruyorum. Istikrarim icin kendimi kutluyorum ;)

Simdilik bu kadar...

11 Kasım 2011

Neler Değişti?..

Her seferinde, "Bu kez son" diyorum, "Daha düzenli bir blogger olucam"... Ama gayet elle tutulur sebepler yüzünden, o çok özendiğim blogger'lar gibi bir ayda 20 küsür post paylaşamıyorum. Ben kendimi hazır hissetsem memleket meseleleri şans vermiyor.

Lady Justice ve Türk Hukuk Sistemi üzerine olan son yazımda da dediğim gibi, son bir aydır, içimden fazla bir şey yazmak gelmiyor. Tam yaraları saralım derken tekrar tekrar aldığımız felaket haberleriyle sarsılıyoruz, dün akşam da yaşadığımız gibi... Hal böyle olunca da, insan kendi hayatındaki gelişmeleri, sancıları, mutlulukları küçümsüyor.

Yine de başladığım işi devam ettirmek istiyorum ve yeni dönem gelişmeleri üzerine sizlerle derin paylaşım içerisinde bulunacağım dakikalara giriş yapıyorum.

Beni gerçekten tanıyor ve seviyorsanız, değer veriyorsanız, ya da en azından "Aslına bakarsan bla bla bla... gibi huyları var ama iyi hoş çocuk" diye çok da yerden yere vuracak eleştiriler yapmadan kanıksayabiliyosanız, beni mutlu ettiği kadar sizi de mutlu edeceğine inandığım bir haber paylaşıyorum: İş buldum...

6 Aylık hararet döneminden sonra, bu benim için büyük bir gelişme. Ayrıca bu gelişme, İstanbul'a gitmekle iyi bir karar verdiğimin göstergesi anlamına geldiğinden (şimdilik), daha bir sevindim. Üç hafta içerisinde gerçekleştirilen görüşmeler arasında en çok aklıma yatan firmayla anlaşmış bulundum. Bu pazartesiden sonra, özel bir saat firmasının reklam sorumlusu olarak görev yapıyor olacağım.

Bunun dışında, Ablam Tuğçe de iş değişikliği yapacak ve bu durum bize Beylikdüzü'nden taşınma zorunluluğu getiriyor. Ortaköy tarafında 2+1 güzel bir ev bakıyoruz, haberiniz olsun.

Bunların da dışında, şu günlerde bayram tatili vesilesiyle İzmir'deyim. Birçoğunuzla görüşemedik, farkındayım, ama ne yazık ki aile saadeti etrafımı o kadar sardı ki, yolda gelirken hayalini kurduğum odama şöyle bir uzanıp Dexter izlyerek, kendimle başbaşa kalmanın tadını bile çıkaramadım. Dolayısıyla, "mesafeler önemli değil, yeter ki yürekler bir olsun" bahanesine sığınıyorum.

Bahsetmeden edemeyeceğim bir şey daha var. İzmir'e gelmeden birkaç gün önce gerçekleştireceğim bir görüşme için ilk defa Anadolu Yakasına geçiş yapmıştım. O gün, benim İstanbul'da birçok ilki yaşadığım gün oldu: İlk defa Anadolu Yakası'na geçtim, ilk defa boğazı vapurla geçtim, ilk defa Karaköy'de balık ekmek yedim, ilk defa Tünel denilen aracı kullandım. Tünel'le Galata tarafına çıktığım anda, sağ tarafta, sadece caz - blues tarzı satış yapan bir müzik market keşfettim, İstanbul'daki ilk "Mükemmel Cheeseburger"imi yedim ve ilk defa İstiklal Caddesi'ndeki tarihi tramvayı kullandım. ;)) Biraz daha zorlasaydım, Midnight in Paris misali, eski bir faytona atlayıp, Osmanlı İstanbulu'na doğru yola çıkacaktım... Filmi izlemeyenler, döt gibi kaldınız farkındayım ;) Hadi o zaman, sırf ne dediğimi anlamak adına oturup filmi izleyin.

Teallam, hem eğlendiren hem öğreten bir blogger oldum, neler yapıyorum ben yaw yaww...

Hayatımdaki gelişmeler bu şekilde devam ederken, İstanbul'u tanıyan, nerde ne yapılır bilen arkadaşlardan tavsiyeler almaya ihtiyacım var. Kuzenimin, "İstanbul'da profiterol İnci'de yenir" demesi üzerine, şehre dair bu tarz ayrıntıları bilip deneme isteğiyle yandım tutuştum. Bunun için Twitter'da #yigitebiyolgosterin diye bir kampanya başlatmayı düşünüyorum. Benim başlatmamı beklemeden siz de, aklınıza gelen bu tarz güzellikleri, @yigittkeskin'e mention ederseniz sevinirim.

Şimdilik bu kadar...

Vapurla  Karaköy'e geçerken, burayı görüp çok heyecanlandım.
Ellerimi açmadım ama içimden hangi sözlerin geçtiğini biliyorsunuz...

İnince de bu güzelliklere kavuştum.
Mekan sahibinin sakalının şeyine deyecek kadar uzun olduğunu,
balıkları yedikten sonra farketmem de ayrı bir güzel oldu...

2 Kasım 2011

Lady Justice'in Suçu Ne?

Lady Justice, Roma mitolojisinde Justitia adlı adalet tanrıçasıdır. Yunan mitolojisinde ise Dike'a denk gelmektedir. Daha çok ahlaki değerlerle güçlendirilmiş bir adalet anlayışını betimlemektedir. Rönesans'tan beri, Lady Justice, bir elinde kılıç diğer elinde terazi bulunan bir kadın olarak tasvir edilmektedir. Kadının gözleri bir göz bağı ile bağlanmış vaziyettedir... 

Çok farklı bir post hazırlayacaktım ama, az önce haberlerde izlediğim N.Ç.'nin davasıyla ilgili açıklamaları duydukça kan beynime sıçradı.

Biz nasıl bir ülkede yaşıyoruz ya? Nasıl bir Hukuk Sistemi?

Oğlunun cenaze töreninde, Başbakan hakkında ağır konuşan şehit babasına 11 yıl hapis cezası veriliyor. Her ne kadar sonrasında, acıyla yapılmış bir hata olarak kabul edilip karar askıya alınsa da, aynı eylemin tekrarlanması halinde cezanın hayata geçirileceği söyleniyor.

Gelin görün ki, acılı bir babaya en acı günlerinde bu cezayı verme potansiyelinde olan sistem, Türkiye'nin gündemini aylarca meşgul etmiş başka birine daha bu cezayı veriyor. Kime mi?

Hasta ruhlu genç bir çocuk... Gencecik kız arkadaşınının başını kesip, çöp konteynırına atıyor. Kolluk kuvvetlerini bir yıla yakın meşgul edip kaçak yaşıyor. Aranan evinde sahte kimlikleri bulunuyor... Cem Garipoğlu "Münevver Olayı" adı altında gerçekleştirilen bir operasyonla, seri katil filmlerini aratmayacak bir aksiyonla aranıyor. Sonra yakalanınca da, bu cezayı haketmeyen şehit babasına verilenle aynı oranda cezaya (11 yıllık hapis cezası) çarptırılıyor.

Bu nasıl bir denge ya?

"13 yaşındaki N.Ç'yi korumaya aldığımızda yapılan iğrenç tecavüzler nedeniyle oturamıyordu. Dörtten fazla ameliyat oldu. Günlerce uyuyamadı..." sözü mü daha çok yumrukluyor insanın midesini, yoksa "Kendi rızası vardı" sözü mü, bilemiyorum.

Bir hakimin "Göster bakalım nasıl yaptılar?" diye sorması mı bana adalet kavramını sorgulatıyor, yoksa 26 tecavüzcünün mesleklerine dönüp, hayatlarına aynen devam ediyor olmaları mı, bilemiyorum.

Geçirdiğimiz acı dolu 2 hafta boyuncu, içimden pek fazla şey yazmak gelmedi. Yoksa biliyorsunuz, artık daha düzenli bir blogger olmaya çalışıyorum. Ama sadece ben değil, benim gibi birçok arkadaşım da, ülke olarak içinde olduğumuz bu sıkıntılı durumlarda, bloglarını önemli meseleler için kullanmayı tercih ettiler. Umarız birilerine yardımcı olabilmişizdir. Bu iki haftaya sığdırmış olduğumuz acıların, siyasi boyuttaki yansımalarıyla ilgili konuşmak istemiyorum. Şayet düzensizlik ve bürokratik sistemdeki dev açık yeterince ortada... Umarım, tüm ülke olarak gerçekleştirdiğimiz bu yardımlaşma ve kardeşlik görüntülerine sebep olan olayları ve ciddiyeti, sandık başına geçeceğimiz zamanlarda da, yine tüm ülke olarak aklımıza getiririz.

Son olarak söylemek istediğim bir şey var. Adaletin Simgesi olarak tasnif edilen Lady Justice'e, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin'in sahip çıkması gerektiğini düşünüyorum. Yazıktır, zaten gözleri de bağlı, bu kadar sapık ruhlu insanın bulunduğu bir toplumda, tecavüz edilmeye hazır gibi algılanmasın.

Sayın Bakanım, size sesliyorum, sahip çıkalım Justice'e. Gomşumuz oluyo da bizim o, gomşumuz oluyo...

Justice'in elinde tuttuğu teraziyi de, Yargı'ya armağan edelim diyorum. Bir tarafa, 26 tecavüzcüyü, diğer tarafa da kendilerini koyup baksınlar bakalım, dengede duruyor mu? Daha da olmadı, o teraziyle yapacak bir şeyler bulurlar artık...