30 Aralık 2011

23 Yaşındaki Gencin Noel Baba'ya Mektubu...



Sevgili Noel Baba.

Yıllar geçmesine rağmen, hala daha çevrem senin varlığını inkar eden insanlarla dolu. Bu Grinch familyasına ben kulak asmıyorum, ama geçen aylarda 4 yaşındaki kuzenim, senin gerçekte var olmadığın konusunda beni uyardı. Hayalleri kırılmasın diye, onu düzeltmedim ama korkarım bir nesil senden uzakta yetişiyor. Bence duruma bir el atmalısın.

Ama öncesinde bu yıl için bir ihtiyaç listesi hazırladım. Yeni yılda hediyelerimi getirirken bunu dikkate alırsan sevinirim.

1- Kız Arkadaş: Kabul edelim, ActionMan dönemini geçtik. Sende, pedofil gibi bir sıfat yememek için torbanda kız bulundurmuyorsun. Ama belki benim için bağlantılarını kullanabilirsin. İnan bana hayat tek başına zor. Sen yıllardır o ren geyikleriyle mutlu olabilirsin; ama emin ol, ayakları yere basan birçok insan, kuyruklu canlılarla çok samimi olmuyor.

2- 10 Kişilik Samimi Arkadaş Gurubu: Hayatım boyunca birbirine tahammül edebilen 3 kişiden daha kalabalık bir arkadaş gurubum olamadı. Biz böyle mi gördük "Evimiz Hollywood'da"da. Hayır. Artık her haltı birlikte yiyeceğimiz bu gruba ulaşmak istiyorum. Yanlız senden ricam, bu seferkiler az buçuk aklı başında tipler olsun. Geçen seferkilerle davalık olduk. Odun diye şöminede yaksaydın daha iyiydi.

3- Çarpık Gülümseme: Bayan fanlarını gözlemlediysen biliyor olmalısın, bu dünyada kızları anlamak zor. Her şeyin dosdoğrusu varken, asimetrik olana bu ilgi nedendir anlamış değilim. Bende simetri takıntılı bir insan olarak bir türlü çarpık gülemediğimi farkettim. Senden yüz felcine varmayacak bütün rötüşları bekliyorum, bi el atarsan sevinirim.

4- Pozitif Enerji: Küçük yaşlarda bana verdiğin şeytan tüyünün baya bir ekmeğini yedim. Ama artık insanlar bu numarayı yutmuyor. Yeni ekol, pozitif enerji. İnsanlara evet dedirtebilme gücünü damalarımdan zerkedersen, sende bende çok karlı çıkarız. Yalniz ilk once kendine de cekiduzen vermen gerekiyor, ak sakalli dede modu hic tahrik edici degildir, eminim. ;)

5- Bilimum Aktivite: Sehir Firsati da bu islevi goruyor ama ben eski bir dosttan yardim almayi yeglerim. Bu yil soyle bol sporlu bi yil olsa, hani gym'den tut ruzgar sörfüne, binicilikten tenise kadar genis bir skala sunsan, arasindan tercihlerimi yapsam olur mu? Ama ayni zamanda baslangic gazini da yil boyu sarj etmen lazim. Birde sporun yaninda, böle bol kültürlü sanatli organizasyonlar istiyorum. Bi Bienal olsun, bi Jazz Fest olsun, Tlyatrosu, Operasi olsun. Elimde sarap kadehiyle sanattan konusacagim organizasyonlara bu yil katilayim artik, degil mi?

6- Yurtdisi Gezileri: Bu konuda uzerimde bir ugursuzluk var. Iki kez yurtdisi planim boktan sebeplerle zebil oldu. Yok is teklifi aldim, yok mezun oluyordum derken gidemedim. Bu yil da is icin Isvicre'ye gitmem gerekirken, beklenmedik sekilde planlar degisti. E artik bi dunya gozuyle dunyayi gormenin zamani gelmedi mi? Bari Laponya'ya yanina cagiraydin. Iki gun misafir agirlamak mi zor geldi, serefsiz?

Özür dilerim Noel Baba. Ben buyudukce asabi oluyorum galiba degil mi? Ama sen bana alinmazsin, elinde buyudum ;) Ah Noel Baba, sen de olmasan ben ne yapardim.

Simdilik senden isteklerim bu kadar. Gerisini yil ortasinda bizim kulkedisinin perisinden istiyecegm..

O s.rtük de 2 yildir gelip gitmiyo. En son geldiginde, Annem kadini görmezden geldi. Tam dileklerimi soyluyordum, bizimki gelip bana "Kimle konusuyon sen yaa" falan dedi. Kadin acayip bozuldu. Herhalde o yuzden gelmiyo artık. Hadi seni anladik kendini gostermiyon da, o ne bokuma gizem yapiyo anlamadim.

Neyse Noel Baba uzun uzun yazmiyim simdi, okuman zor olur. Yeni yilini kutlarim. Benim ve butun Escape from the Cage okurlari icin guzel dileklerde bulun. 2012 guzel gelsin ;))

Herkese mutlu yillar ;))

24 Aralık 2011

Mod: Oh shit...

Bir ay daha geçti. Ne ay’ı, bir yıl daha geçti. Ve hala daha çocukluk hayallerime ulaşabilmiş değilim. Çocukluğumda beni, bunca hayali kurmaya zaman bulacak kadar ilgisiz bırakan ailemi tutup sarsmak istiyorum. (Annem'den gelen sert uyarı sonrası belirtmeliyim ki, bu cümlenin hiçbir gerçekliği yoktur, sadece espiri amaçlı yazılmıştır.)

Bu sitemkar sözlerin altında neler yatıyor derseniz, açık söyleyeyim bir bok yok. Sadece son günlerde işimin ne kadar komplike bir halde olduğunu anlayıp, çalışma şeklimi ayrı bir düzene oturttum. Ofiste, yapılacaklar listem, maillerim, dakika başı tik attığım not defterim ve iphonumla o kadar ciddi ve planlı bir ilişki yaşıyorum ki, işten çıktığım anda, hayatımdaki hiçbir şey için plan yapasım gelmiyor. Öyle yerli yersiz her şeye isyan ediyorum. Ama yaygaracı tipler gibi değil, ağır ağır, sessiz sessiz, delikanlı gibi içten gelen, “Her zaman böyle olmadı mı” gibisinden bir metanetle ediyorum isyanımı ;))

İş hayatım bu kadar planlı programlı giderken, özel hayatımda da bir o kadar akışına yaşamaya başladım. Tembel tembel takılma, plansız akşam gezmeleri, saçma diziler, saçma dizilerin yanında tek adam gibi izleğim olan Dexter, öyle yuvarlanıp gidiyoruz. Kitap okumayı, güzel bi film izlemeyi geçtim, sosyal medyayı dahil takip etmiyorum. Yemek yemeği bile erteler oldum. Ama en büyük kazığı da galiba İzmir’de bıraktığım arkadaş cephesine atıyorum. Devamlı aklımdan, “bla bla’yı arayacaktın, bla bla’nın doğum günüydü, bak bla bla seni aradı sen onu aramadın” diye geçirip, sonra unutuyorum. Umarım bu yazıyı okuyorsunuzdur ve şu mübarek Noel’de bağışlayıcılığın ne menem bi güzellik olduğunu hatırlıyorsunuzdur.

Bütün bunların dışında, dün akşam bir arkadaşımın da tarif ettiği gibi, keyifli sohbetler ettiğim, eğlenceli vakit geçirdiğim bir sürü yeni insanın arasında da olsam, aslında baya yanlız bir insanım. Bu sessizliğimi de artık şarapla paylaşıyorum. Yıllaaaaar yıllar evvel, şarapla olan samimiyetimi tekrar kurdum. Bira defolup gidip eğlenmesine baksın, biz şarapla olgun olgun dertleşiyoruz.
Şu an yazının nereye gitmesi gerektiğini bilemediğimden böle kestrip atayım diyorum, zaten biraz da hastayım. Ama yakın zamanda eski enerjimi yerine getiren bir şeyler olursa yine paylaşırım.

Şimdilik bu kadar.

6 Aralık 2011

Dolce far niente...


1. yaşımın bloguma olgunluk getirmesi gerektiği gibi bir düşünceye kapılıp, yazıya başlamadan önce iki saat yeni üslubumun ne olacağını düşündüm. En sonunda "Amaaaaann!" deyip bodozlama giriyorum yazıya...

Hala daha İstanbul'da, uzaylı gören masum köylü kıvamındayım. O yüzden, burda yediğim her haltı anlatmaya devam ediyorum. 

Biliyorum ki İstanbul'a dair görülecek şeylerin bir çoğu Avrupa Yakası'nda; ama ne zamandır Anadolu Yakası'nı da gezip görmek istiyordum. Geçtiğimiz ay iş görüşmesi için ilk defa geçtim karşıya. Çok az kalmama rağmen gayet hoşuma gitti. Bu seferki gidişimdeyse karşı tarafın bambaşka bir atmosferi olduğunu farkettim. Hem tanıdık gelen, hem tatmadığım bir atmosfer. Biraz İzmir havası sezdim sanki ;)

Beşiktaş'dan Üsküdar vapuruna atlayıp 5dk. da karşıya geçtik. Sırasıyla, sahil şeridinden temiz bir yürüyüş, kıyak bir kahvaltı... Oturduğumuz yerden, Topkapı Sarayını, Camileri, Galata Kulesini ve Kız Kulesini aynı karede görebildiğin bir manzara... Bu manzara eşliğinde çevrilen iki lakırdı... Baktık sırada bekleyen başka bir keyif var, kalktık Kadıköy çarşısında bir kahve içtik, ama öyle böyle değil... Sonra baktık ki fazla yemiş içmişiz, kalkıp Moda sahilinde yürüdük. Daha yürürken, nargileyi ne zaman içiyoruz diye düşünmeye başladık. Bi baktık hemen akşam oldu. "E hadi Nargile içelim" derken, boş mideye nargile içilmeyeceğine karar verdik. Kahvaltının bittiği saattan 4 saat sonra akşam yemeğimizi yemiş olduk. Sonra da elimizdeki ince bellilerden çayımızı yudumlayıp nargile içtik. Gün boyu, sakinlik, sükunet, pazar günü mutluluğu, keyif üstüne keyif yapmanın, tembellik üstüne tembellik yapmanın hafifliğini yaşadım durdum. İtalyanların çokça kullandığı bir söz olan Dolce far niente' nin ne menem güzel bişey olduğunu anladım ;))

İstanbullular altı üstü bir Anadolu Yakası ziyaretini niye bu kadar ballandırdığımı anlamıyorlardır eminim. Hani İzmir'e vurduğunda, Karşıykadan Konak'a geçmek kadar sıradan. Ama dediğim gibi (Bkz: uzaylı gören masum köylü).

Bu arada İstanbul'a geldiğimden beri, bir boğaza sardım ki sormayın. Ve ne yazık ki, burda kastettiğim boğaz, bildiğimiz İstanbul Boğazı değil. Kıtlıktan çıkmışçasına yiyorum arkadaş. Dondurmacısından tut kokoreççisine, ıslak burgercisinden balık ekmeğine varana kadar, 2 aydır löpür löpür gidiyorum. Nerde ne yenir diye sora sora, göbeğime kat çıktım. İşe başlamamdan bu yana geçen 4 haftadaysa, yeni bir mükemmellikle tanıştım: Öğle arasında yediğim deli dehşet ev yemekleri. Ama ne yemekler... Lazanya, külbastı, karnıyarık, soya soslu tavuk vs. Böyle giderse sonum kötü, o yüzden gün itibariyle kendimi dizginliyorum.

Yemekle bu kadar haşır neşir olurken, aklımıza bir dahiyane fikir daha geldi: Yemek kursu ;) Yakın zamanda kendi kendimizi gaza getirmekten Ay'a ulaşmazsak, kalabalık bir kadro olarak yemek kursuna katılacağız. 

Wallaha planlar güzel. Bu planlar, bu hayat pahalılığında nasıl vücut bulacak bakali. Bu arada ilk maaşı aldım ve bitti. 

Şimdilik bu kadar.