29 Ekim 2011

Düş...


Atamı gördüm düşümde,
Büyük beyazlıklar içinde...
Parlıyordu yine, gök mavisi gözleri
Sonsuz mânâ içinde!
Gökte bir bulut geziyordu;
Bir yanı kırmızıydı, bir yanı beyaz;
Batıya yönelmişti,
Belli, Doğu’dan gelmiş!
Gökte gezen bulut, gözümle gördüm;
Tıpkı, Mustafa Kemal’e benziyordu!

El ettim, görmedi;
Ses ettim, duymadı;
Dövünsem de nafile
Aldıracak değildi...
Küskün bir hâli vardı bulutun,
Geldi, ağırdan - ağırdan,
Rasat - Tepe’nin üzerinde eğildi!

Bulut mu büyüdü birden,
Gök mü küçüldü, bilmem?
Mavi, aydınlık, şavklıydı gökyüzü,
Henüz, vatan çalışmaya başlamamıştı,
Sabahın en erken saatlerinde,
Vatan’ın gökyüzünü bu bulut kapladı
Sessiz, gürültüsüzce!

Bir yanı kırmızıydı, bir yanı beyaz,
Küskün bir hâli vardı bulutun,
Ama, aşkla, şefkatle bakıyordu
Vatan topraklarına!
Ağırdan - ağırdan geziyordu,
Batı’ya yönelmişti;
Belli, Doğu’dan gelmiş!
Gökte gezen bulut, gözümle gördüm!
Tıpkı, Mustafa Kemal’e benziyordu!

                                                    M. Sunullah Arısoy


Cumhuriyetin 88. yılı kutlu olsun...


24 Ekim 2011

Van için Herkes Tek Yürek!



Geçtiğimiz günlerde yaşadığımız üzücü olaylar sonucunda, eli kolu bağlı hissetmenin sıkıntısını yaşayan herkesi, Van için yardıma davet ediyorum. Yine üzücü günler geçiriyoruz, fakat bu sefer elimiz kolumuz bağlı değil. Yapabileceğimiz çok şey var...

Van Depremi'ne duyarlılık gösteren ve zor durumda olan depremzedelere yardım elini uzatmak isteyen vatandaşlarımız için bir liste hazırladık. Aşağıdaki kanallardan dilediğinizi seçerek yardımlarınızı en kolay şekilde Van'a ulaştırabilirsiniz:

1. KIZILAY
2868'e tüm operatörlerden boş bir SMS göndererek Kızılay'a 5 TL bağışta bulunabilirsiniz.

Ayrıca havale yoluyla destek olmak isteyenler, tüm bankalardaki "Türk Kızılayı" hesaplarından bağış yapabilir. Ayni bağışlar Türk Kızılayı lojistik merkezleri ve şubeleri tarafından kabul edilecektir. Tüm Kızılay şubelerinin iletişim numaralarını buradan öğrenebilirsiniz.

2. AKUT
Tüm GSM operatörlerinden 2930'a göndereceğiniz AKUT yazan bir SMS ile AKUT'a 5 TL bağışta bulunabilirsiniz.

Kredi kartını kullanarak internet üzerinden bağış yapmak isteyen vatandaşlarımız CardFinans ya da diğer banka kartlarını kullanarak bağışta bulunabilirler.

Havale/EFT için Banka Hesap Numaraları;
T. İş Bankası - Gayrettepe Şubesi - TR14 0006 4000 0011 0800 6666 63
Finansbank - Gayrettepe Şubesi - TR92 0011 1000 0000 0001 9576 70
Garanti Bankası - Ortaklar Cad. Şubesi - TR26 0006 2000 3570 0000 0029 30
3. BAŞBAKANLIK YARDIM KAMPANYASI
Başbakanlık tarafından Van’da yaşanan deprem nedeniyle başlatılan yardım kampanyası çerçevesinde saptanan banka hesap numaralarına buradan ulaşabilirsiniz.

4. KARGO FİRMALARI
Yurtiçi Kargo, PTT Kargo, MNG Kargo ve Aras Kargo yardım gönderilerini ücretsiz olarak ihtiyaç sahiplerine ulaştırmaktadır.

5. HÜRRİYET EVLERİ
Deprem sonrası yaralarını sarmaya çalışan ve kış öncesinde evsiz kalan Van için Hürriyet Gazetesi de büyük bir seferberlik başlattı. Hürriyet, Van’da kış koşullarına dayanıklı, mutfak, banyo ve tuvaleti olan "Hürriyet Evleri" kuracak. Kızılay işbirliğinde başlatılan kampanya ile her biri 6 bin liraya kurulacak evler, evsiz kalan vatandaşlara sıcak bir yuva olacak.

Van Depremi - Hürriyet Gazetesi Bağış Hesapları
T. İş Bankası Mithatpaşa Şubesi
4228 - 0971947 / IBAN TR370006400000142280971947
T.C. Ziraat Bankası Kızılay Şubesi
Hesap No 685-2868-5189 / IBAN TR060001000685000028685189
Garanti Bankası Kızılay Şubesi
Hesap adı: Van Depremi - Hürriyet
Şube: 082 Hesap No: 6294703 / IBAN TR72 0006 2000 0820 0006 2947 03

Yapacağınız ufak bir yardım zor durumdaki bir çok insanı hayata bağlayan bir umut olacaktır. Mesajımızın ulaştığı herkesi, deprem bölgesinde yardıma ihtiyacı olan vatandaşlarımıza yardım etmeye davet ediyoruz.

Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.

19 Ekim 2011

Durum Değerlendirmesi...

Geçmiş yüzyıllarda yaşayan sorumsuz insan ırkının zevk ve sefa içinde yediği hurmalar, ne yazık ki bugün bizim dötümüzü tırmalamaktalar. Özellikle Sanayi Devrimi'nden kelli, dünyanın, atmosferin, ekosistemin içine edilmiş durumda. Tüm bu kendi çağından başka birşey düşünmeyen insan bencilliğinin bir sonucu olarak, küresel ısınma alıp başını gitmekte ve biz ekimin ortasında, kara kışta kalmışçasına, lahana gibi kat kat giyinmekteyiz. Dünya bile tavrını şaşırdı şu insanoğlu yüzünden. Bahar dediğimiz şey artık demode bir kız ismi olmaktan ibaret. Yazdan kışa, kıştan yaza girer olduk. Aman diyeyim, biz bu neslin insanları olarak, sadece kendimizi düşünerek hareket etmeyelim, yoksa gelecek nesil de bize sövecek.

Sosyal mesaj veren blogger kaygımı da giderdikten sonra, İstanbul'da geçen ilk günlerime dair bir post kaleme almak istiyorum. Bildiğiniz gibi, cuma sabahından beri İstanbul topraklarındayım ve geldiğimden beri, gerek yeni düzene, gerek değişen havalara alışmaya çalışmaktayım. Neyse ki ablamın yanındayım da, koca bir şehirde dımdızlak kalmıyorum.

Geliş amacım olan iş bulma çabam üzerinde ilk günden güzel bir adım atmış oldum. Cuma günü geldim, bavulumu yerleştirdim, iki saat kadar sonra bir görüşme ayarladım. Nazar değdirmeyin ;)) Dün öğle saatlerinde gidip ilk görüşmemi yaptım. Olumlu geçti gibiydi. Haber bekliyoruz, hadi bakalım... Bugün bir iki yere daha başvuru yaptım ve yarın öğle saatlerinde bir görüşmem daha var. Du bakali nolacak...

Adam gibi para kazanmaya başlamamdan sonrasına dair, İstanbul'la ilgili çok güzel planlarım var. Yıllar yılı bu şehre dair en çok kıskandığım şey, her hafta birbirinden güzel etkinliklerin olmasıydı. Bende artık bu şehirde olduğuma göre, para kazanmaya başlamamla, tiyatrosuydu, konseriydi, türlü türlü konudaki atölye çalışmalarıydı, her boka saldıracağım. Gezme, tozma, eğlenme kısmı da bir hayli ilgimi çekiyor açık edeyim. Ama şimdilik bütün enerjimi kariyerimi inşa etmeye harcıyorum.

Durum değiştikçe sizi haberdar ederim. Şimdilik bu kadar...

14 Ekim 2011

My Puzzle and Me...

Su anda mola yerinde cayimi yudumlamakta oldugum 23.00 İzmir-İstanbul Otobüsüne bavul hazırligi yaptigim gündüz saatlerinde, odamın ortasında yapılı halde bekleyen ve 9 metrekarelik hareket alanimi bir hayli daraltan 1000 parçalık Puzzle'ım üzerine bir iki kelam etmeden duramadım. Söz konusu puzzle, yıllar yıllar evvel alınmış olup, tarafımca iki defa yapılmaya çalışılmış, üzerinde konu-komşu, eş-dost ve arkadaşlarla birlikte çok ciddi çabalar sarfedilmiş, ama bütün bu çabalarımızı yanıtsız bırakmıştır. Ta ki, uzman ellere düşene kadar...

Son iki yıldır, odamdaki komidinin içinde bir sonraki kurbanını vakur bir edayla bekleyen puzzle'ı, geçen hafta kaptığım gibi, Bostanlı'daki uğrak mekanımız Kaffe'ye götürdüm. Kaffe'nin işletmecisi Aylin Abla ve kankamız Özge, son zamanlarda kafa kafaya verip baya bir Puzzle'ın üstesinden geldiler. Öyle ki her gidişimizde başka bir Puzzle'ı serili görüyorduk. Bende benim inatçı Puzzle'a karşı koysa koysa bu ikili koyar diyerek, bizim canavarı teslim ettim.

Aklımda, ara sıra giderim, bir iki parça koyarım, çorbada tuzum bulunur gibi bir düşünce vardı. Fakat geçen pazar bir gittim ki ne göreyim, Puzzle bitmiş! Hemde 4 saatte. Sanirim bitirene kadar başından kalkmamışlar. Yorgun savascilardan "Baya bir zor oldu" demelerini beklerken, "Gayet keyifliydi, supper eglendik" gibi laflar duydum. ;)) Demek ki sorun bendeymis.

Daha sonra da Puzzle'imin basina gectim tekrar. O eski vakur halinden eser kalmamis, orumcek agina takilan yaban arisina donmustu. Karsisinda durup ustten ustten baktim. Adamlarina emir verip, dusmaninin topuklarina sıktırmıs bir mafya babasi gibi triplere girdim. "Allah'in sopasi yok Puzzle efendi" demek istedim, ama etraftakiler daha fazla anormal oldugumu anlamasin diye sustum. Simdi de terkedilmis odamin icinde, cercevelenmeyi bekliyo. Daha cok bekler it. O beni surundurdu, bende onu surundurecem...

İste karsinizda son hali...



Aylin Abla'yla Özge'ye de tesekkurler ;))

13 Ekim 2011

Tek Yön!



- Istanbul'a bir bilet rica edecektim.
- Gidiş-Dönüş mü?
- Sadece gidiş...

Wayy be... Sen kalk, bu yaşına kadar onlarca filmde aynı klişeyi görüp dalga geç, sonra da aynısını yap. Her ne kadar bileti gişe memurundan değil, internetten alsanda, filmlerdeki ezik yolcu karakterler gibi, mahsun mahsun, feleğin sillesini yemiş misali, biçare şekillere gir... Ama bi hoşlanmadım da değil hani. Daha önce hiç dönüşü belli olmaksızın gittiğim olmamıştı. I was born in İzmir, I grew up in İzmir, and I'm still living in İzmir. Yetti lan...

Anladığınız gibi, bu çocuk kaçar. İzmir'i şimdilik terkediyorum, çünkü kariyer anlamında hedeflerimi gerçekleştirmeme yardımcı olacak adam gibi bir reklam ajansı bulabilmiş değilim. Microsoft bile, lise mezunu dahi olmayan yüzlerce yazılımcıyı bünyesinde çalıştırıyor; ama gel gör ki bizim kurumsal firmalarımız, sırf Güzel Sanatlar Mezunu değilim diye, benim Cv'me trene bakar gibi bakmakla yetiniyor. Bende komşudan duydum ki, İstanbul'un taşı toprağı altınmış, e bari bir de gidip ben yiyeyim bu şehrin kaymağını dedim. ;))

Bu kararıma ve İstanbul'a dair aklıma, daha başka bir sürü klişeler dizisi geliyor. Haydarpaşa'dan Şehr-i İstanbul'a girerim. Elimde iple bağlanmış tahta bavulum. Boğaza karşı durup, sessiz ve derinden bir seyre dalarım. Emin adımlarla denize doğru yaklaşıp ellerimi iki yana açarım. Yeditepenin şehrine, o en klişe sözler olan, "Ey İstanbul, sen mi büyüksün, ben mi?"yi de haykırdıktan sonra, artık İstanbul'lu olurum herhalde. Unkapanı hala eski şatafatına sahip olsaydı bir arabesk kasetim bile olabilirdi...

Tabii ki kazın ayağı böyle değil millet. Bir süre iş arayışıma orda devam etmek için İstanbul'a ablamın yanına gidiyorum ve aklıma yatan bir yer bulmam halinde de kalmayı düşünüyorum. Dolayısıyla öyle bi taşınma moduna girmiyorum. Şimdilik sadece dönüş tarihim belli değil. Zaten ben dahil, pek kimse gidişimi sallamıyor. Ne bekliyorsam artık, Karşıyaka'dan Konak'a "Hoşçakal Yiğit" afişi mi... ;))  Ha bak, hakkımda hayır dualarınız fena olmazdı. Üstüne bir de harçlık vermek isterseniz hesap numaramı gönderiyim. ;))

Velhasıl ilişkimiz şimdilik küçük bir boşluğu hakediyor İzmir. Sana 23 yıl verdim, e artık gözün doysun be yawrum. İşlerim iyi gitmezse, görüşeceğimiz gün yakındır. Ama olurda iyi giderse, bir klişe daha patlatıp, İstanbul'a küsüp, İzmir'e yerleşen yardımcı oyuncu kıvamına gelene dek hoşçakal...

8 Ekim 2011

Lüzumsuz İşler Haftası...

Ve o gun geldi... Sonunda, Blogger'in iphone app'i sayesinde, evimin konforunda, bilgisayarin karsisinda cayimi yudumlayarak degil, kizgin bir gunun ortasinda, kafami metro camina yaslamis giderken de bloguma duygularimi aktarabiliyorum. Mobil bir psikolog tasimak gibi bisey bu.

***

Psikolog demisken bugunlerde kafam baya luzumsuz islerle mesgul. Ozellikle bu haftanın, belirli günler ve haftalar takvimine luzumsuz isler haftası olarak kazınmasını talep ediyorum. Hafta basindan beri askerligimi bi tecil ettiremedim. Pazartesi hala daha o isle ugrasıyor olucam. Daha onceki yazilarimdan okumus oldugunuz Metris'le olan carpik iliskimi zor bela sonlandirdim. Son bir alacak isi icinde kavga ettim ve bu defter kapandi. Ama butun bu luzumsuz islerden daha öte, sıkıntılı bir is munasebeti icinde oldugum, munasebetsiz bir insanla, munasebetsiz bir para mevzusu uzerine, gayet munasip bir tartisma icine girerek hakkimi savunmak zorunda kaldim. Gerekli bir savasti... Sonuc: Hakkım olani aldim.

***

Bu haftanin uzucu bir diger olayi, Steve Jobs'in ölümüydü. Hastaligini bilen, bilincli bir hasta olarak hareket eden ve olumden korkmadigini dusundugum bir insan olmasina ragmen, dunyanin kaybettigi deger o kadar buyuk ki, insan uzulmeden edemiyor. Ozellikle bizim gibi Apple urunlerini seven bir ailede, Jobs icin bol bol rahmet okunduguna emin olabilirsiniz. Belki de ablam, gullu kitabi acip yasin bile okumustur.

***

Su dönemlerde itiraf etmeliyim ki bir yön-eylem sorunum var. Gecirdiğimiz yaz, benim icin pek de beklediğim gibi gelişmedi. Kesinlikle kötü bir yaz değildi, aksine dinlenme, gezme tozma babinda baya bir keyif vericiydi. Demek istediğim planlamasini yaptigim ve kesinlestirdiğim bazı seyler vardı, ama sen ne kadar kesinlestirirsen kesinlestir, her seye burnunu sokan su "dış etkenler" yine gelip benim yaz planlarima da burnunu soktu. Bu nedenle, kendimi hic hazırlamadığım mezuniyet sonrası psikolojisine de bir anda daldım.

***

Hayata dair, oncelikli olarak ne yapmam gerektiğine karar veremiyorum. Piramidin tepesinde ben varım. Bir alt basamakta, İs, Hayaller, Askerlik var. Fakat bununla da bitmiyor. İs kısmı kendi içinde de alt basliklara ayriliyor: Grafik Tasarim, Kamu Yonetimi... Yaz basinda kafamda gayet net bir sekilde Grafik Tasarım olan bu tercih, Metris'in beni allak bullak etmesi ve sonrasında gelen piyasa durgunlugu nedeniyle biraz şaibe kazandi. Ve ben lisans egitimimle ilgili olan meslek dallarina da basvurmaya basladim. Hatta gecen gun KPSS, İdari Hakimlik Sinavlari vs. arastirdim. Hayaller sekmesini hic sormayin, o kadar karisik ki ben bile cozemiyorum. Askerlik ise bu tercihlerin arasında cikar yol bulamayip "Beni issiz bir adaya terkedin" deme seklim.

***

Yine de dun, az cok bir karara varabildim. Daha soylemek icin erken, cünkü hala daha tartip düsünüyorum. Ama karar verdigimde bunu duyacaksiniz. Umarim bu sürec kisa sürer.

Simdilik bu kadar.