10 Aralık 2013

2 Yılı bitirmişiz...

Evet dostum. Mesai başladı.
Masayı kurduk. Atıştırmalıklar ve bira hazır.
Sigara paketi ve küllük hazır.

Her şey uzuuuun uzun zaman önceydi... diye başlayan bir yazı hazırlamayı tercih ederdim ama, günümüzde hiç kimsenin bu denli melodram yapmaya vakti olduğunu sanmıyorum. Onun yerine yapmayı en sevdiğim şeyi yapıp bir durum analizine bağlayacağım. Gerçek şu ki sevgili blogum,  İstanbul'da ikinci yılımı doldurmuş bulunuyorum. İlk 6 aydaki gelgitlerimi ve yoğun tempomu saymazsak bomba gibi iki yıl geçirdim; ki sen de ara sıra attığım mektuplardan durumu algıladın. Ama durup geriye baktığımda benim de algıladığım bir şey var ki, İstanbul'da sağlam bir çevre ve kaliteli arkadaşlıklar oluşturmuşuz bile.

Geçtiğimiz Haziran'da, Gezi olayları ortasında yeni evimize taşınmıştık. Yerleşme ve direnme sürecimiz bittikten sonra da bir parti yapma fikri ortaya çıktı. Tembelliğimizden o partiyi ancak 1 ay önce gerçekleştirebildik. Ve gördük ki, bayağı bir sevenimiz varmış. Ev partimize, abartısız 80-100 kişilik bir katılım oldu. Katılımcı grubun %80'inin birinci derecede görüştüğümüz arkadaşlarımız, diğer %20'nin de onların birinci derecedeki arkadaşları olduğunu düşününce, herkesi tanıyorduk diyebiliriz.

Bu eğlencenin su gibi aktığı gece bir polis uyarısıyla yavaşlayıp, bir saat sonrasında sona erdi. Konuklarımın ikram ettikleri çeşitli içkilerden midemde oluşan kokteyl bayağı bir sert olacak ki, ilk devrilenlerden biri ben oldum :) Ertesi gün, berbat bir evde berbat bir halde uyanmama rağmen, keyfim yerindeydi.

Yaşam alanını değiştirmek, yabancı bir şehirde kök salmak hiç kolay değil; ama artık beni korkutmuyor. Geçtiğimiz haftasonu İzmir'e, aile evine tatile gittim. Çok özlediğim bir gerçek, kopmak istemediğim bir gerçek, ama dönerken de mutsuz değildim. Son gün, havaalanına geçmeden önce (haliyle) gerginleşen anneme söylediğim de bu oldu.

"Bizi merak etme. Biz orada mutluyuz."

Mutlu muyuz? Du bakayım.

Wallaha mutluyuz.

3 Aralık 2013

İtiraf Ediyorum: Seni Aldattım!

Evet sevgili blogum, uzun zamandır bu topraklara uğramamın bir sebebi var.

İlişkimiz çok sıradanlaşmıştı. Heyecan yoktu. Her zaman kafesten kurtulmak temalı depresif bir ruh halindeyken başvurduğum biricik heyecanım iken, İstanbul'a taşınmamdan sonra her şey değişti. Artık yapmak istediklerimi yazmak yerine yapmaya başlamıştım. Sen de farkındaydın olan bitenin. Hayat heyecanla akıyordu (ki hala akıyor). Keyfim bu kadar yerindeyken, yeni bir heyecan umuduyla, bambaşka bir blogla haşır neşir oldum bir süre. Evet sanırım ilişkimiz bunu bilmeni hakediyor. Seni bir türlü hayata geçiremediğim bir blogla aldattım.


Ama sonra nooldu: Yapamadım. YAPAMADIIIIMM!!!!!!!!!!!

Evet sevgili blog, tasarımıydı, adıydı, içeriğiydi derken, ben o güzelim blogu açana kadar başkaları sitesini kurdu. Ben de bu yoğunluğumun arasında, piyasada zaten var olan bir konsepte kafa yormak yerine, başka projelere yöneldim.

Umarım iyi yapmışımdır, çünkü açık söylemem gerekirse içimde ukte kaldı.

Bu arada seni soran eş-dost'a biraz aramız açık dedim. Asla kopmam ama şimdilik başka bir projem var dedim. Sorarlarsa sende aksini söyleme.

Ama sana söylemem gereken zehir zemberek şeyler var haberin olsun.

Şimdi çok müsait olmadığım için af kouşmasını kısa kesiyorum.

Ama sonra konuşacaklarımız var.

;)

30 Temmuz 2013

Insparkus...

25 yaşında olup da hayatında ne yapmak istediğinin adını hala tam koyamayan bir insan olmak zor. Bunu sadece kariyer anlamında değil, hayatın genel akışı ve gelecekte sahip olacağım yaşam tarzı anlamında da söylüyorum. Kafamda çok renkli görünen kareler zaman zaman canlanıyor, fakat o kadar değişken bir tutumdayım ki, belli bir kesitten yakaladığım o kareler de genellikle birbirinden çok farklı hayatlar oluyor. Son bir yıldır, daha fazla planlama yapmayıp, akışına yaşayarak bir yol tutturma denemelerindeydim. İşimden memnunum, yaşadığım şehirden memnunum, kurduğum ilişkilerden, yaptığım atraksiyonlardan memnunum. Ama o kahrolası resmi bütün görme çabası yok mu, işte o, bu mutluluğu ara sıra yoklayıp, devlet memurluğundan yüksek kıdem yapmış bir akraba edasıyla, "Bunlar boş boş, sen 10 yıl sonra ne kadar birikimin olacak ona bak. Senin Evin olacak mı, yazlığın olacak mı? Sen bu üçmilyaryediyüzellimilyon'u neaptın?" gibi zehir zemberek soruları beyin hücrelerime zerk ediyor.


 Garantici bir insan olarak, yaşam standartlarımı dikey bir grafikte muhafaza etmek istemem çok normal. Fakat anladım ki, hayatımdaki hiçbir şeyi de eğlencemden ödün vererek yapmak istemiyorum. Nasıl olacak bu işler, bir yaşam koçuna mı danışmalı ki vs derken, bizzat benim ihtiyaçlarım için yapılmış olduğuna inandığım bir site çıktı karşıma: Insparkus.

Insparkus, uzman kariyer koçları önderliğinde ve başarılı girişimciler yardımıyla oluşturulmuş bir kariyer analiz sitesi. Ortaokul dönemlerinde, okullarımızda yapılan meslek ve ilgi alanları belirleme testlerini hatırlarsınız. Bir dolu soruya, 4 şık arasından verdiğimiz cevaplarla, bizler için ideal mesleklerin bilgisini edinmeye çalışırdık. O da gayet doğru sonuçlar veren bir testti; ama zaman içinde çok şey değişmiş. Insparkus, hatırlatmasını yaptığım bu tarz testlerle aynı amaca hizmet ediyor. Ama çok daha profesyonel, çok daha sizin dilinizden konuşuyor, sizi anlıyor ve yetişkin bir insan farkındalığında soruları cevaplamanız için sizi kıvama getiriyor.

Test temel olarak kariyer üzerine. Fakat öyle bir kurgulanmış ki, size sadece bir kariyer değil, gelecekteki yaşantınzı planlatıyor. Kendi için en uygun mesleğin ne olduğunu bilmeyen, şu an kariyerinden ne uzaklıkta olduğunu göremeyen ve kariyerine ulaşma adımlarını planlayamayan bizler için üç farklı adımı var testin: Vizyon, Konum ve Plan.

Vizyon kısmı, hayalgücünüzü çalıştırdığınız, sizin için en uygun meslek dallarını analiz ettiğiniz, gelecekteki yaşantınızın hayallerini kurduğunuz adım. Konum aşamasında ise, kurduğunuz bu hayallerin ne kadar uzağında olduğunuzu belirliyorsunuz. Ve mesafesi çizilmiş bu kariyer yolculuğunu nasıl tamamlayacağınıza dair yol haritası da Plan aşamasında gerçekleşiyor.

Ben henüz sadece vizyon aşamasını tamamladım. Bir pazar akşamı, sessiz sedasız başladım ve gece yarısını geçerken tamamladım. Sadece soru cevaptan ibaret bir test olmadığı için (sesli komutlar, görsel çalışmalar, hayal kurdurma, canlandırma) zamanın nasıl geçtiğini anlamadan, tamamen kariyerime odaklanarak testi bitirdim. Ve kafamdaki gelecek karşımda kolaj halinde dururuken, ortaya çıkan meslekler beni hem şaşkına uğrattı, hem de mutlu etti.

Hayalini kurduğum ve kendim için uygun bulduğum mesleğimin yanında (Reklamcılık), yıllardır yanıbaşımda durmuş, aklıma girip çıkmış ve bana aslında kendi mesleğimden daha çok yakışacak olan meslekleri de gördüm. Oluşan listede ilk sırada bulunan mesleklerime konum olarak biraz daha uzakta olduğumu biliyorum. Ama en azından listedeki mesleklerin birinde yol almakta olmam da keyif verici. 

Tamamladığım aşamayı (Vizyon) son kez kontrol edip değerlendirmesi için danışmana gönderdim. Bir iki güne kadar danışman yorumu gelecektir. Sonrasında neler olacağını, ikinci ve üçüncü aşamaların sürprizlerini merak etmiyor değilim. :)

Bekleyelim bakalım...

23 Temmuz 2013

Alev ve Kor

Yapılması gereken çok şey vardı.

Küçücük bir parkla başladı.

Kıvılcım büyüdü. Alev oldu.

Yayıldıkça yayıldı.

Sönmüş değil, şu an kor halinde.

Kor halde olmak iyidir.

Alevin olgunluk evresi gibidir.

Dahi akılcı, daha sakindir.

En ufak bir rüzgar o sessiz korları yeniden alevlendirir.

Alevini kalbinde muhafaza eden bu güzelliğe dokunmaksa

Olsa olsa aptalların işidir...


8 Nisan 2013

"Oyun"


Bir itirafta bulunmam gerekirse, son zamanlarda korkular içinde tiyatro oyunları izler oldum. Bunun birçok sebebi var elbette; basit kurguları olan, en alışıldık sahne teknikleriyle uygulanan, herhangi bir söylemi olmayan oyunlar tiyatroyu o kadar baltaladı ki, artık ele alınan yazarların büyük isimler olması bile beni cezbetmez oldu. Bir oyun seçimi, tabii ki belli kıstasları olsa da, en nihayetinde işin en kolay kısmı. Yıllar öncesinden yazılıp dünyaya sunulmuş bir oyunu, ne cesaret edip oynadığın, ne de eline yüzüne bulaştırdığın için başına bir şey gelmez. Ama bir Brecht, bir Genet, bir Beckett oynamak cesaret isteyen bir iştir be arkadaşım.


Neyse ki, böylesine büyük bir kirliliğin yaşandığı şu zor günlerde, Samuel Beckett gibi bir dahinin elinden çıkan, Şahika Tekand tarafından sahneye koyulan "Oyun", bana oksijen dolu, deriin bir nefes gibi geldi. Hani bazı eserler vardır, çok sevmek ve çok kıskanmak arasında gidip gelirsiniz, "Oyun"dan çıktığımda hissettiğim şey de tam olarak böyle bir şeydi.

İlgilenen insanlar bilirler ki absürd tiyatroyu oynamak da, sahneye koymak da zordur. (Son zamanlarda absürd tiyatronun kurallardan bağımsızlığını fırsat bilip, kafasına estiği gibi sahneleyenler, siz boşuna gururlanmayın.) Metnin badındırdığı sorunsal, oyundaki temel tepki, bunların seyircinin hem bilinçaltına hem de doğrudan algısına hitap edecek şekilde harmanlanması derken kafayı yedirtse yeridir. "Oyun" gibi kısa metinlerden oluşan eserleri sahnelemekse, ancak çok iyi yapılmış reji uygulamalarıyla mümkün olabilir. Aksi halde radyo tiyatrosundan öteye gidemez, (ki bazen keşke öyle olsaydı da orjinal metne bağlı kalınsaydı dedirtir.)

Gelin görün ki, Şahika Tekand'ın oyunu, tabii ki bütün bu tehlike çukurlarının üzerinden uzmanlıkla atlanarak, yılların tecrübesi ve birikimiyle oluşturulmuş bir "Oyun". Hepimizin ister istemez daldığı bu popüler kültür havuzundan başınızı çıkarıp, ciğerlerinize yeni bir nefes doldurmak isterseniz, Şehir Tiyatrolarının programını bir kontrol edin.


20 Mart 2013

Hani verdiğin sözler...

Biliyorum, blog alemindeki güvenilirliğimi tamamen yerle bir ettim. Aylar aylar önce, "Çok gaza geldim, bloğum şöyle böyle olacak, kafamda yeni projeler var..." diye diye hem kendimi hem sizi gaza getirdim. Üstüne 31 Aralıkta lansmanımı yapıcam dedim; ama ne oldu, her zamanki gibi zaman sorunumuz nedeniyle verdiğimiz sözleri tutamadık.


Haaa! Bu arada harekete geçmedim sanmayın. Harekete geçtim. Onca düşünüp taşnmadan sonra, kafamdaki projeyi Escape from the Cage'de değil, yeni bir blogda hayata geçirmeye karar verdim. Burasının yeri benim için özel ve bu yapıyı bozmak istemiyorum. O yüzden yeni bir domain aldım, yeni blogumun tasarımını yaptım. Kendime mail hesabı açtırdım. Birkaç deneme yazısı oluşturdum. Fikirlerimi çevremle paylaştım, daha çok fikir aldım. Fekat kaderin belli oyunları nedeniylen, bu iş sarktı da sarktı. Baktım o cephe geniş bir zaman istiyor, Escape from the Cage'i daha fazla ihmal etmeyeyim dedim.

Bu arada koca yılı bitirdik, 2013'e girdik. Hatta neredeyse Mart'ın sonunu getirdik. Sizinle paylaşma imkanım olmadı ama 2013'ü, başınabuyruk, asi ve spontane gelişmeler yılı olarak addettim. Daha 2013'e girdiğim ilk saatlerden bir sürprizler, bir olaylar ki of... Anladım ki, plan program tanımayacak bu haylaz. Biz de ona ayak uydurduk, öyle spontane takılıp gidiyoruz.

Pek tabii her şey öyle çok kıyağında geçmiyor, hayat sürprizlerle dolu. En son yazımdan sonra başıma gelenlere dair başlıklar: Terkedildim, kaza geçirdim, ufak çaplı bir hayata küstüm, sağlık sorunları nedeniyle sporu bıraktım, 25 yaşına girdim vs.

Bu detayların hepsini tek bir posta sığdırmak zor. O yüzden siz bu hafta takipte kalın.

Hoş, ben yine hiçbir şey için söz vermeyeyim de...