15 Eylül 2012

Şehirde Yalnız Bir Erkek ve Portakallı Kek

Başlığa vurulup da geldin değil mi? Hadi hadi itiraf et. Ben bile kendime hayran kaldım bu başlıkla. :P

Ama başlığa aldanıp da, aklına öyle Issız Adam gibi boyu posu, cinsel yaşamı yerinde, bir de üstüne yemek yapabilen bir uzaylı getirme. Aksine bu halim o kadar bedbaht ki, Emine Beder'le zor yarışırım.

Dedim ki, "Yiğit bu hafta her gün dışardaydın. Haftanın ilk günü sabahlara kadar Beyoğlu'nda eğlendin. Ertesi gün görüşmelerdi, alışverişti, işti, güçtü sürekli koşturdun. Bari bugün bir ev tembelliği yap."

(Bu cümlede yazar kaç defa kendini telkin etmiştir?) 

"Tamam yaa" dedim. "Evdeki işimi gücümü tamamlayıp, bi film keyfi yaparım, sonra oturur bir şeyler okurum, misss!"

Fakat ne oldu? Gün ortasında işimizi bitirdikten sonra, bir baktım ki canım sıkılıyor. Tuğçe'yle birlikte mutfağa girdik. O elmalı reçel yaptı, ben de fesleğenli kabaklı makarna yaptım. Oturduk bir güzel yedik.

Fakat ne oldu? Canımız sıkılmaya devam etti.
Uzun zamandır, izlemeye değer bir şey bulamadığı için, ablam Sex and the City'nin eski bölümlerini izlemeye devam ediyordu. Bende evde olduğum için, 5-6 bölüm kadarına eşlik etmiştim. Karakterleri falan az çok tanıdım. O yüzden Tuğçe, "Hadi Sex and the City'nin birinci filmini izleyelim" deyince, bende "Tamam" dedim. İzlemek için kanepeye kurulduk.

Fakat ne oldu? İnternet bağlantımızdaki nedeni belirlenemeyen bir yavaşlıktan dolayı, film bir türlü yüklenemedi. Dedik ki, "Film yalan oldu, (Yazar gerçekte "yalan" yerine başka bir kelime kullanmıştır.) bari internette takılalım."

Fakat ne oldu? Ansızın bir kan şekeri düşüklüğü gelip beni can evimden yakalayıverdi. Canım daha çok çikolata istese de, tembellikten markete gitmek zor geldiği için, dolaptaki dondurmayı yedim. Kesmedi. İnternette bulduğum şu Portakallı Kek tarifini yapayım dedim.

Fakat ne oldu? Malzeme eksik çıktı. Ve yine üşengeçliğimden, gerisingeri salona çıkıp kanepeye oturdum. Anladım ki, bugün yaptığım hiçbir şeyden tam tatmin olamayacaktım. Dönüp soluma baktım, Tuğçe'yi kendi kendine saç renginin ne kadar güzel olduğunu söylerken buldum. "En azından yanlız değilim" dedim.

Fakat ne oldu? Tuğçe "Ben İstiklal'e gidiyorum" deyip kendini dışarı attı. Zaten amaçsız olan günümde, bir iki cılız yönlendirme yapan insan da gitti. Düşündüm, acaba ne yapsam diye? Bilgisayara bakınca yarım kalan Sex and the City'yi gördüm. Üşengeçliğimden, en kolay aktivite hali olarak gördüğüm hamleyi yapıp, Play tuşuna bastım... Ne bitmez filmmiş lan. 4 ayrı filme yetecek olaylar örgüsü, tek filmde ard arda ceyeran etti de etti.

Derken yine ne oldu? Çok acı bir şekilde, Cuma akşamımı evde Sex and the City izleyerek geçirdiğimi farkettim. Çok koydu, fena koydu. Bari hayırlı bir iş yapayım diyerek, ne zamandır yapmam gereken birkaç tasarım işini yaptım. Sonra dışarı çıkıp, eksik kek malzemelerini aldım. Mutfağa girip Nick Cave'in No More Shall We Part albümünü ve Portakal Ağacı adlı blog'da yer alan, Portakallı Kek tarifini açtım. Çırptım çırptım karıştırdım, kendimi kekle yatıştırdım. (Yazar burda bir yandan Nick Cave dinlemiş, bir yandan Nil Karaibrahimgil söylemiştir.) Ben onlarla oyalanırken bir baktım ki, bu Freaky Friday bitmiş. Bir tembel günü daha, en azından az buçuk bir meşguliyetle bitirdiğim için kendimi kutladım.

En sonunda keki fırına verdim, mercimekler içimde patladı ve bu boktan cumayı bu blog yazısı pakladı.

Sevgiler saygılar...

Bu Kek'ten çıkardığım ders: Yanıklarım olsa da, içime atarım...

...dışardan kusursuz takılırım. :P


12 Eylül 2012

Taşındık :)

Sanırım hiçbir zaman istediğimi istediğim anda yapan biri olamayacağım. Uzun zamandır yazmam gereken birçok konu, birçok değişim olasına rağmen bilgisayarımın başına bir türlü blogum için geçemiyorum.

Şu an İstiklal Starbucks'ta oturmuş bir arkadaşımı beklerken "Bari boş durmayayım" diyerek bu yazıyı yazmaya başladım. (Hayır, bu da 2 hafta önceydi. Ancak bilgisayara geçirebildim.) Derken fakettim ki, hava güzel, etraf güzel ve bu güzel havalarda bilgisayar başında bir saat vakit geçirmek, bir şeyler yazmak için kafa toplamak istememem normal.

Evet evet, dışarda bir şeyler yazmak daha iyi olabilir.

Öncelikli olarak yazmam gereken konu sanırım şu olmalı: TAŞINDIK!

Bilen bilir, İzmir'den İstanbul'a gelince, Tuğçe'nin Beylikdüzü'ndeki evinde halihazır düzen içinde yaşamaya başladım. Ama işime ve sosyal yaşantımıza uzak olduğu için uzun zamandır taşınmak istiyorduk Bir akşam tesadüfen bir ilan gördük, o anda aradık, ertesi gün evi gördük, düşündük taşındık ve evet taşındık. Aslında bu olay 2 ay önce ceyeran etti ama orasını karıştırmayalım.

Artık işyerime 15-20 dakikada gayet şehrin göbeğinden yürüyerek ulaşabiliyorum. (Ben yazımı bilgisayara geçirene kadar işyerimle son  noktayı koyduk. Artık yürümüyorum :)) İşten çıkınca da önce Yoga'ya -ki bu da ayrı bir post konusudur- ordan sonra da Cihangir'e, daha sonra da eve gidiyorum ve hala saat 21:30 oluyor.

Bir de taşınmadan öncesini hatırlayalım. Sabah 06:00'da kalkıyorum. Hazırlanıp 06:45 gibi, daha karga bokunu yemeden evden çıkardım. 145T gibi içindeki kalabalığın her gün değişebildiği bir otobüste, yer bulabilirsem oturur 1,5 saat daha uyurdum, yer bulamadığım zamanlardaysa neler yaşadığımı hatırlamak bile istemiyorum. İşyerime girdiğimde, millet hala daha esnerken , ben günün 3 saatini geride bırakmış, vücut bataryamın %20'sini harcamış olurdum. 18:00'da işten çıkıp 21:00'de eve ulaştığım zamanlara hiç değinmiyorum, gözüme seğirme geliyor...

İnsan bu sıkıntılı dönemleri atlattıktan sonra kendini ne kadar yıprattığını anlıyor. Evimiz çok mu güzel: Öyle çok çok yeni olmasa da, güzel. Ama tek önemli olan şey iç güzellik değilmiş, bunu da bir öğreti olarak evren tekrar tekrar kafamıza vuruyor. Şimdi yakın zamanda temizlik yapılmış evimizden birkaç fotoğraf paylaşıp noktayı koyuyorum. Yakında görüşmek üzere...

Burası salon. Bu gördüğünüz iki yüksek pencere evi tutmamızın yarı sebebi oldu. 


Bu köşeden film izlemek kıyak oluyor.

Evin suni aydınlatmaya en çok ihtiyaç duyan bölgesi: Mutfak.



Tuğçe'nin odası biraz küçük olduğu için, odanın en az karışık olan tarafını çektim.

Sürekli kendilerini duvardan atan küçük tablolarımız var.

Duvardaki görsel eblacığımın el emeei.



Vee.. Bu da benim odam. Ama daha bu duvarlara görseller gelecek, üzerinde çalışıyorum ;)