6 Aralık 2010

The "Okul Hayatı" Returns

Geçgin dedelerin ve kıraathane tayfasının bir numaralı kelime öbeği olan "Hayat Okulu"ndan önce, insanı canından bezdiren, 7 yaş ile başlayıp, 30'a kadar yolu olan başka bir şey daha var: "Okul Hayatı". İş dünyasına atılmakla birlikte, okulla arama bir hayli soğukluk girmişti. Neyse ki araya vizeler girdi de, ilişkimizi kurtardık.

Dokuz Eylül'de, Osmanlı Sarayının en kışkırtıcı entrikalarıyla yarışacak nitelikte olan Kamu Yönetimi bölümünde farklı ideolojilere sahip öğretim görevlilerini tatmin etmek adına, sınavdan sınava, kapitalist, sosyalist, feminist (erkek olsanızda), realist, hümanist, hatta mazoşist bile olabilecek esnekliği göstermeniz gerekir. Hal böyleyken, hem iş hem okulu bir arada götürmenin zor olacağını düşünerek, söz konusu vize dönemi için, iş yerinden 2 hafta izin aldım. Ama olay boş vakit yaratmakla bitmiyor, bunun konsantrasyonu var, yorgunluğu var, uzun aralar vermenin getirdiği tembellik var vs. vs...

Uzun bir bayram tatilini evde ders çalışarak geçirmemin ve buna karşılık kendimi hazırlıksız hissetmemin mutsuzluğuyla ilk sınavıma girdim. İlk başta her şey basit ve güzeldi. Uzun zamandır, uzağında olduğum bir heyecan, bir kendini ispatlama çabası, bir en tepeye oynama isteği sardı bedenimi. Yaklaşık 1 saat sonra tüm bu heyecan yerini asabiyete bıraktı. ;) Gel gör ki ardı arkasına gelen sınavlar zamanla o asabiyeti de söktü attı, geriye, sisteme aykırı davranarak alt etmeya çalışmaktansa, sisteme uyma zorunluluğunu kabullenmek kaldı. Yüzlerce DEÜ İİBF öğrencisi gibi, ben de, tabldot usulü servis yapan lokantadan bozma gibi duran, havalandırma yoksunu, ağır kokulu, kütüphanenin yolunu tuttum. İçerde sıcağın ve bıdırdanmaların verdiği rahatsızlık altında, biz öğrencileri fırınlara atılan yahudiler, öğretim görevlilerini de SS subayları olarak kurguladığım kareler gözlerimin önünden geçti.

Bu durumu size biraz daha psikanalitik bir yaklaşımla anlatmak isterim. Aşağıda okuyacaklarınız, sınav dönemi içerisinde karalanmış cümlelerdir ve bir insanın şizofreniye giden yoldaki sürecidir...


28.11.2010, Saat: 23.00 suları..
Sorumluluktan kaçmak için, kendimi, internetin en saçma uğraşlarının kollarına bıraktım. Bu saatte uğraştığım şeylere bak... Yarın son derece önemli bir ders olan Türk Siyasal Hayatı'ndan sınavım var. "Geçiş Sürecinde Türkiye"yi bir tur döndüm ama ikinciye gözüm yemiyor. 

(Bu arada tavsiye ederim. Cumhuriyet sonrasından bu güne ülkenin siyasi tarihini değerlendirip, kısa bi check-up yapmak için güzel bir kitap.)

30.11.2010, Saat: 11.56... 
Aradan iki gün geçmiş; ama bendeki psikoloji değişmiş değil. Türk Siyasal hayatı'nı geride bıraktım. Sınav gayet güzel de geçti. Ama niye mutsuzum?

30.11.2010, Saat: 14.26...
Sıkıntılıyım Hacı... Kafesten çıkmak dedik de pek çıkamadık sanki. Ha gayret Yiğit sık dişini... Bu sıkıntılı günlerin sonunda, paralel dünyaya geçiceksin. Orda sınavların olmadığı bir zaman diliminde, çok önemli bir görevi yerine getirmek için seçileceksin.

31.11.2010, Saat: 11.46...
Ben gitgide arabesk bir hal aldım...

01.12.2010, Saat: 23.28...
Ben bu en son notu bu sabah yazmıştım ama burda dün yazıyo... 

01.12.2010, Saat: 23.33...
Kasımın 31'i... Evet... Bu beyin damarlarımdan birinin daha kopuş anıdır.  Sabahın 11.46'sında tarihi yanlış yazmamda bi anormallik yok, onu anladık da, şimdi bu olayı çözmemin 5 dakikamı alması, kayışın koptuğunun resmi göstergesi...


Bir an düşündüm. Bir daha normal bir hayatım olabilecek mi. Yine eskisi gibi mutlu dönemler geçirebilecek miyim. Ailemi arayıp onlara son bir kez kendilerini çok sevdiğimi söylemeli miyim?  Hayat neydi? Sevgi neydi?

Sevgi iyilikti, dostluktu. Sevgi emekti...  ;)

Neyseki sınavlarım gayet güzel geçti, bende bu gazla kendimi dışarı attım. Ayrıca pek bi atraksiyonlu döneme denk geldik. Cuma akşamından beri, kafamın en ayık olduğu an şu andır. Ve tabii ki, yarın yine iş başı... Okulumla sürdürdüğüm bu uzak mesafeli ilişki umarım bu yıl nihayete erer. Şimdilik kendisini iMac'imle, aldatmaya devam edicem...

Çok geyik yaptım. Şimdilik bu kadar...