24 Aralık 2010

2011 geliyor...

2010'un son günlerine yaklaşırken, dört bir yanda yılbaşı ağaçları, sokak ışıkları, mağaza vitrinlerinde ren geyiği çıkartmaları ve Noel Baba hikayesinin gerçek olduğuna inanmak istediğimiz eski yılbaşlarını bize anımsatacak her türlü simgeyi görmemiz mümkün.

Etrafımdaki her canlı, yeni yıl coşkusuyla bir yenilenme, bir mutluluk yaşarken, her gün turizm acentalarının yeni yıl ilanlarını tasarlayan ben, artık tek bir ökse otu, tek bir yılbaşı topu bile görmek istemiyorum. Geçen koca bir yılın boş geçen cumartesi akşamlarına inat, birçok arkadaşım yeni yıl gibi bir fırsatı kaçırmamak adına planlarını erkenden yaptılar. Bense, son 2 yıldır yaptığım gibi, yılbaşını evde, bir şişe kırmızı şarap (iyisinden olacak ama) ve klasiklerden bir filmle (yine iyisinden olmalı) geçirmeyi düşünüyorum. İki sene öncesine kadar böyle bir şey yapmamıştım. Genellikle yılbaşı dediğin kalabalık aile ile bazen de arkadaşlarla geçerdi. Ama şimdi, ekstra bir şey olmadıkça da bu planı bozmak istemiyorum. Çünkü şunu biliyorum ki, yılbaşına nasıl girersen öyle gitmiyor. (Bu yalana inanıp, bütün yıl boyunca hayal kırıklığına uğramayın millet... ;p) Eğer o günün özel olmasını istersem, yalnız kalmak ve geçen 1 seneyi düşünüp tartmak daha tatminkar olacak benim için...

Tabii ki, sinemanın klasiklerinden özenle seçilmiş bir eseri izleyip, eşşiz bir nostalji serüvenine dalarken, yıl kavramının, ne kadar küçük, zamanınsa ne kadar hızlı olduğunu farketmek de ayrı bir güzel olacak.

2009'a girerken izlediğim "Dead Poets Society" bana hızlı değişimlere sahip bir yıl getirmişti. Öyle hızlı bi değişim ki, aniden bütün arkadaş çevrem, aile ilişkilerim, eğitim ve sosyal hayatım ve son 2-3 yıldır sürdürdüğüm yaşam tarzı ciddi anlamda  farklılaştı. Hayatta yapmak istediklerimi daha net görmeye başladım. İçinde bulunduğum koşulları değiştirme çabasına giriştim. Öyle Ocağın ilk günlerinde herkesin yaptığı gibi gaza gelerek değil, "Ulan 21 yaşına gireceksin, bi adam ol lan" diyerek kendi kendime yaşam koçluğu yapmaya çalıştım. O planların çeteresi hala daha o yılın defterinin arasında saklıdır. Güzeldi güzel...

Bu hızlı değişim ve toparlanma çabamda, filmde bolca yer verilen Carpe Diem düşüncesinin de etkisi yok değil...


2010 yılına ise Audry Hepburn'ün başrolünde olduğu bir efsaneyi "Breakfast at Tiffanys"i izledim. Ve bu yıl da bana birçok fırsat getirdi. Eğitim hayatımda gitgide başarılı bir ilerleyiş, Grafik Tasarım alanında çalışmaya başlamam, kendi paramı kazanıp maddi özgürlüğümü elime almam, yeni bir çevre, yeni aktiviteler vs. vs...

İşte tam da bu yüzden, herkesin günler öncesinden hayallerini kurduğu yeni yıl, doğum günü, yaz tatilleri gibi, sadece eğlencenin tavan yaptığı dönemleri değil, bütün bir yılı huzurlu, mutlu ve eğlenceli geçirme taraftarıyım.

2011'e benim gibi girmek isteyenler için söylüyorum, belki de bu yıl biraz daha güncel bir film izleyerek alıştırma yapabilirsiniz. Aniden bastıran nostalji, hazırlıksız bünyelerde can sıkıntısı yaratabilir.

Bu yıl ne izleyeceğime henüz karar vermedim. Ama aklımda birkaç film var. "Some Like It Hot" veya "My Fair Lady" olabilir. Nitekim yeni yıla Marilyn Monroe, ya da bir kez daha Audrey Hepburn ile girmek fena olmaz.

Belki biraz daha ağır bir film de olabilir. Örneğin "The Godfather". Eğer tercihim Marlon Brando'dan yana olursa, şarap yerine viski almam gerekecek.

Alfred Hitchcock'dan, "Rear Window"u ve "Vertigo"yu da uzun zamandır izlemek istiyorum ama yeni yıl yeni yıl kendimizi korkutmaya gerek yok.

Film bol, seçenek bol, içki o kadar da bol değil ama idare eder. Dilerim 2011'de hepimiz için güzel geçer. Teşekkür ederim 2010, bana getirdiğin güzellikler için...

Ee madem bu yazı, yeni yıl yazısı oldu, her ne kadar gına gelse de bir yeni yıl süsü ve mesajı vermek adettendir. Hepimizin yeni yılı kutlu olsun.