27 Şubat 2011

Social Network ve David Fincher


Önyargıyla izlediğim filmlerin, beklediğimden daha güzel çıkması hoşuma gidiyor. Film daha bir lezzet verici geliyor bana. Özellikle piyasada bir efsaneye dönüştürülen, her gün ayrı bir sayfada haberini okuduğum filmleri, izlenecekler listesinin aşağılarına kaydırıyorum. Ki bu filmler genellikle gişe kaygısıyla ortaya çıkan, dönemin popüler eğilimlerinden yola çıkarak oluşturulan filmler oluyor. Sırf bu nedenle Inception ve Social Network'ü listenin oldukça gerisine itmiştim. Nihayetinde Inception'u izledikten sonra, elbette ki beğendim. Ön yargıyla yaklaştığım bir film daha güzel çıkmıştı.


Oscar Ödül Töreni yaklaşırken, Altın Küre'ye damgasına vurmuş benimse önyargımı kazanmış olan Social Network'ü de izleme kararı aldım. Ve bilin bakalım ne oldu. Elbette beklediğimden daha güzel çıktı. Basit kurguda ilerleyen, bir yükseliş hikayesiyle karşılaşacağımı düşünürken, David Fincher'ın güzel kurgulanmış filmiyle karşı karşıya kaldım.

Filme dair en çok hoşuma giden şey, sitenin kuruluşunun kronolojik olarak değilde, filmin omurgasını oluşturan arabuluculuk toplantısı eşliğinde anlatılmasıydı. Güzel hazırlanmış bir senaryo ve keskin repliklerin geçişi, filmi en izlenir kılar unsurdu. Fakat hepsi bu kadar... Başka bir şey yok...

Madalyonun öteki yüzüne değinmek gerekirse, ben bu filmde, film yapılmaya değer hiçbir şey göremiyorum. Söz konusu site, çok uzak değil, 4 yıl kadar önce hayatımıza girmiş ve günümüzde de kullanımına devam edilen bir site. Her orjinal fikrin, güzelce pazarlanması sonucunda olduğu gibi, sahibini zengin etmiş bir site. Birçok filme konu olan, eziklikten popülerliğe doğru sıçrayışı yaşatmış, bu sıçrayışın etkisiyle sahibine, kendini Tanrı gibi görme küstahlığını kazandırmış, fakat bununla birlikte yanındaki insanları kaybettirmiş bir site...


Sormak istediğim soru şu: Bize ne sevgili David Fincher, bize ne? Adam yapmış kullanıyoruz işte. Hadi bu yapımcılar, gişe kaygısıyla kastırıp bu konudan yarım yamalak da olsa bir hikaye çıkarmaya çalıştılar, anladık. Ama sen niye kalkıp da yönetiyosun be adamım ya.... Sen ki, The Game ile beni koltuğuma mıhlamış, Seven ile cenin pozisyonuna sokmuş, Fight Club ile dumur etmiş, Benjamin Button'la ters köşeye yatırmış bi adamsın... Ne bu tirübünlere oynamalar, bu pozlar yaw...

Niye böyle bir şey yaptığını bilmiyorum ama, bu yıl sana Altın Küre yeter. Daha fazlasına uzanmaya kalkıp da adamın sinirini iyice bozma...

Bitti...

Not: Yazıya olumlu başlayıp, olumsuz bitirmemde bir çelişki görüyorsanız, açıklamak isterim ki, evet, önyargıyla izlediğim filmlerin güzel çıkması hoşuma gidiyor. Ama asla, güzel olduğunu bilerek izlediğim ve beklentimin de ötesinde bir haz yaşatan filmler kadar etkisi kalıcı olmuyor.